Mekke’ye Yöneliş
Artık Nur dağında buluşan iki Nur, bundan
sonra sıklıkla bir araya gelme vaadiyle birbirinden ayrılmış ve Allah Resulü
(s.a.v.), karşılaştığı yeni haber ile birlikte hızla Mekke’ye yönelmişti.
Kendisine yüklenen misyonun ağırlığıyla iki büklüm ve Hira’da yaşadığı vuslatın
hazzıyla kalbi duracak gibi oluyordu. Zira bütün bedenini, vahyin ağırlığı
kaplamıştı. Bu esnada, semada bir sesin yankılandığına şahit oldu:
--Ya Muhammed!
Sen, Allah’ın Resulü’sün, ben de Cibril!
Mübarek başını semaya kaldırdığında, bütün
ihtişamıyla karşısında Cebrail duruyor ve aynı şeyi tekrar ediyordu:
--Ya Muhammed!
Sen, Allah’ın Resulü’sün, ben de Cibril!
Adeta olduğu yere çakılıp kalmıştı Allah
Resulü (s.a.v); ne bir adım ileri atabiliyor ne de geri dönüp gidebiliyordu.
Öylece bir müddet bekledikten sonra nihayet başını hareket ettirmeye
başlamıştı. O da ne? Yöneldiği her bir yanda aynı manzara vardı. Her bir
cihetteki ufku bütünüyle Cibril-İ Emin kaplamıştı.
Beri tarafta Hz.Hatice, geri dönüşü gecikince
endişelenmiş ve bir haber getirmeleri için yine arkasından adamlarını
göndermişti. Hira’ya gittiklerini bildikleri için onlar da tabii olarak buraya
yönelmiş, ama bir sonuç elde edememişlerdi.
Derken hayret ve dehşet anları sona ermiş ve
Efendiler Efendisi, yeniden Mekke’ye yönelmişti. O ne garipliktir ki, yolda
yürürken dört bir yandan:
--Allah’ın
selamı üzerine olsun ya Resulullah, diye sesler geliyordu. Bu seslerin geldiği
cihete yöneliyordu, ama hiç kimseyi göremiyordu. Çok geçmeden anladı ki,
karşılaştığı her bir ağaç ve taş, O’nun önünde temenna duruyor ve kendisine
selam verip açıkca risaletini tasdik ediyordu.
Heyecanla evine döndü ve:
--Beni örtün!
Beni örtün, diye vefalı eşinden üstünü öörtmesini istedi. Daha sonra da mübarek
başını Hatice validemizin dizine koydu. Dikkatlice gelişmeleri izleyen
metanetli kadın, şefkat dolu sesle:
--Ey Eba
Kasım! Nerelerdeydin? Allah’a yemin olsun ki, ardından adamlarımı gönderdim.
Mekkede bakmadıkları yer bırakmadılar; ama Senden bir haberle geri dönemediler,
diye Efendisi’ne olan muhabbetini dile getiriyordu.
Bir aralık Efendiler Efendisi:
--Kendimden
korkuyorum ey Hatice! Bir zararın gelmesinden endişeleniyorum, deyince yine
aynı teselli kaynağı olan eş devreye girdi:
--Asla endişe
edip korkma! Allah Seni asla zayi etmez, muhafaza eder, dedi önce. Ardından da:
--Çünkü Sen,
akrabalarını görüp gözetir, düşkünlerin elinden tutar ve ihtiyacı olanları da
giydirirsin. Aynı zamanda Senin misafirin hiç eksik olmaz. Her hareketinle Sen,
sürekli Hakkın peşindesin ve yine Sen, bütünüyle hayır yollarına kendini adamış
birisin.
Ve çok geçmeden Allah Resulü, başından
geçenleri anlattı O’na, ilk olarak. Tecrübe, metanet ve sabır insanı Hz.Hatice tevekkülü
tam bir insandı ve gayet metindi. Başkalarının kendisinden bir emniyet dilediği
bir Emin’in sahipsiz olmadığını zaten biliyordu. Kendisinden beklenen metaneti
ortaya koyacak ve destek olması gereken bir zamanda, kainatın iftihar ettiği
Yüce Kamet’i yalnız bırakmayıp O’na destek olacaktır.
--Müjdeler
olsun sana ey amcamın oğlu, diye başladı sözlerine. Ardından da:
-- Bulunduğun
yerde sebat et ve kararlı ol! Hatice’nin nefsi elinde olana yemin olsun ki Sen,
bu ümmetin beklenen Nebi’sisin, dedi. Zira ona göre zaten bu beklenen bir
sonuçtu ve hiç tereddütsüz hemen oracıkta, imanla tasdik etti O’nu ve O’na birlikte
gelenleri!.. Ardından da, üzerini örttüğü Resulullah’ın hanelerinde Rabb-i
Rahimiyle birlikte yalnız bırakıp bir başka kapıya yöneldi.
Varaka’nın Rahberliği
Mekke’de bu haberle sevinecek birisi daha
vardı ve Hatice de, hiç vakit kaybetmeden amca oğlu Varaka İbn Nevfel’in yanına
koştu. Kerim zevcinin anlattıklarını anlattı bir bir Varaka’ya. Her bir
ifadesi, Varaka’nın dünyasında fırtınaların kopmasına sebep oluyordu. Bir
noktaya gelince dayanamadı ve:
--Kuddüs!...
Kuddüs, diye haykırmaya başladı yaşlı bilge. Ardından da ilave etti:
--Varaka’nın
nefsi yed_i kudretindeolana yemin olsun ki, şayet bana anlattıkların doğruysa
ey Hatice! Bu gelen, Musa ve İsa’ya gelen Namus_u Ekber’dir. Ve şüphesiz ki O
da, bu ümmetin Nebisidir. Git ve bunu O’na söyle, olduğu yerde sebat etsin
Demek ki toprağın altındaki tohum çatlamış ve
artık filiz vermeye girmşti. Beklenen an gelmiş ve insanlığın mahkus talihi
değişmeye başlamıştı. İnsanlığın yönünü değiştirecek bu olayı, bir de vasıtasız
dinlemek gerekiyordu ve yine Hz.Hatice’nin dalaletiyle, Kabe’nin avlusunda
buluştular çok geçmeden. Yaş farkı itiate engel değildi ve önce allah
Resulü’nün alnından öptü yaşlı Varaka…
--Ey
kardeşimin oğlu! İşitip gördüğün şeyleri bir de bana anlat, dedi merhamet
dilercesine…
Allah’ın son Nebisi, başından geçenleri
anlatmaya başladı bir bir Varaka’ya, vasıtasız ve perdesiz olarak. Duyduğu her
bir söz, kulağına ilişen her bir kelime, ruh dünyasında fırtınalar koparıyor ve
halden hale giren Varaka, ayrı bir heyecan yaşıyordu. Zira yıllardan beri,
kavuşma hasretiyle yandığı ve sadece satırlarda okuyarak geleceği günü canu
gönülden beklediği müjde, o an yanında duran şahıstan başkası değildi. Allah
Resulü’nün sözleri bitince, bu sefer Varaka’nın dili çözülecek, aradığını
bulmuş bir gönlün heyecan ve titreyen bir ses tonuyla şu tarihi cümleleri
söyleyecekti:
--Nefsim,
yed_i kudretinde olana and olsun ki Sen, bu ümmetin Nebi’sisin. Daha önce
Musa’ya gelen Namus gelmiş Sana. Unutma ki Sen, bu sebeple yalancılıkla itham
edilecek, eziyet ve işkencelere maruz kalacak ve akla gelmedik düşmanlıklarla
karşılaşacaksın. Keşke ben o gün genç olsaydım, yaşıyor olsaydım da, kavminin
Seni çıkarıp yurdundan kovacakları güne yetişip, o gün Sana destek verseydim.
Teselli için gidilen kapıda duyulan sözler
gerçekten dikkat çekiciydi; evet, gelecek umut doluydu. Ancak bu umut, öyle
kolay elde edilecek gibi de görünmüyordu. İşin ucunda O’nu mihnet, sıkıntı ve
çile dolu günler bekliyordu.
Resul_ü Kibriya da, şaşırmmıştı. Belli ki, bu
ihtiyarın bildiği daha çok şey vardı. Merak dolu bir ses tonuyla sordu
Varaka’ya:
--Kavmim beni
çıkaracak mı?
Gelen cevap sadece sorunun cevabını ihtiva
etmiyor; daha genel ifadelerle hem O’nun başına gelecekleri sıralıyor hem de
adete O’ndan sonra aynı çizgide yürüyeceklerin yaşayacağı bütün mukaddes
göçlerin sebebini açıklıyordu:
--Evet. Seni
de çıkaracaklar. Zira senin getirdiğin hakikatlerle gelen hiçbir insan yoktur
ki, yurdundan çıkarılmış, vatanından ayrı bırakılmış olmasın!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder