18 Mart 2012 Pazar

Hz.Muhammed (s.a.v)'in Peygamber Oluşu


Ve derken birgün.. Takvimlerin miladi 610 u gösterdiği bir pazartesi günü.. Ramazan ın 17 si.. Nur Dağı nda nurlar buluşmuş, sema ile yer arasında kopmaz bir bağ kurulmuştu. Vahiy meleği Cibril-i Emin gelmiş ve rahmet peygamberi Muhammedü’l Emin’e risalet vazifesini açıktan tebliğ ediyordu. İki emniyet, Nur dağında birbirine kavuşmuştu ve böylelikle insanlığa yeni bir emanet geliyordu. 
Artık Nur un Nur u karşılama mevsimi gelmiş; yeryüzünde nurlu bir süreç başlıyordu. Semavi olanı,arzi olanın kucaklayacak ve “Oku!” diyecekti. Dağ ve taşın, taşımaktan aciz kaldıkları bir mesuliyetin konulmasıydı bu omuzlara.. Vazifenin azameti karşısında hissedilen ağırlık, dayanılacak gibi değildi.

   Aynı zamanda neyi okuyacaktı?Okuma yazma bilmiyordu ki! Herhangi birinin dizinin dibinde oturup da tahsil görmemişti.Rabbinden başka ufkunu dolduranilecek ikici bir mercii olmamıştı O’nun.

--Ben okuma bilmem ki,diye mukabelede bulundu.Cibril, yaklaşmış ve yeniden kucaklamıştı.takatini zorlayıncaya kadar sıkıyor ve ardından bırakarak yine:

--Oku, diyordu.Resul-ü Kibriya yine aynı cümleyi tekrarlayacaktı:

--Ben okuma bilmem ki!

  Belli ki bu işin arkasında başka bir mesele vardı.Çünkü Cibril yeniden yaklaşmış ve Muhammedü’l Emin’i belinden kavrayarak, olanca kuvvetiyle sıkıyordu.Bir müddet sonra bırakırken aynı şeyi söyledi:

--Oku!

--Ben okuma bilmem ki! Ne okuyayım, diye tekrarladı Allah resulu.Aynı işlem yeniden başlamıştı. Nihayet mesele çözülecek gibiydi.
  
--Yaratan Rabbinin adılyla oku! O ki,insanı yapışkan bir hücreden yarattı.Oku ki,o Rabbin, sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı ve insana bilmediği şeyleri öğreten O dur.

  Mesele şimdi anlaşılmıştı.Çünkü Rabb-i Rahim’in adıyla olunca, her şey okunurdu. Gerçi, henüz okunması gerekenin ne olduğu henüz anlatılmamıştı.ama, göze çarpan ve kulağa gelen her şey,okunmak için yaratılmıştı.insanın önünde duran her varlık,yaratıcısını anlatan birer ayet olarak arz-ı endam ediyordu ve şuurlu varlık olan insanın, bu dili çözebilmesi için de, varlığı iyi okumasu gerekiyodu.
  
Bu arada,Hira’daki ilk vazifesini yerine getiren Cibril, ayrılıp gitmiş ve bir anda gözden kaybolmuştu.Yaşadıklarının tesiri bütün ihtişamıyla üstünde duruyordu.Bir müddet sonra anladı ki, dilinde terennüm ettikleri,Cibril’in az önce getirdiklerinden başkası değildi; O’nun getirdikleri harfi harfine kalbine yerleşmişti ve O da,bunları tekrarlayıp duruyordu.

  Artık mesele daha netti.Bugüne kadar yaşadıklarına şahit olduğu insanlığın,bundan sonra doğruyu bulması konusunda rehberlik vazifesi kendisine verilmişti.İş başa düşmüştü;inecek ve Mekkedeki ilk muhattablarından başlayarak dünyayı,Rabbin arzuladığı istikamette yeni bir boya ile tanıştırıp herkesi Rahmani bir kıvama davet edecekti.Zira,öncekiler gibi; ama öncekilerden farklı olarak bütün insanları kucaklayacak bir vazife,risalet vazifesi O’na verilmişti ve O da,bu vazifeyi yerine getirmek için artık Mekkeye iniyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder