Ve derken birgün.. Takvimlerin miladi 610 u
gösterdiği bir pazartesi günü.. Ramazan ın 17 si.. Nur Dağı nda nurlar buluşmuş,
sema ile yer arasında kopmaz bir bağ kurulmuştu. Vahiy meleği Cibril-i Emin
gelmiş ve rahmet peygamberi Muhammedü’l Emin’e risalet vazifesini açıktan
tebliğ ediyordu. İki emniyet, Nur dağında birbirine kavuşmuştu ve böylelikle
insanlığa yeni bir emanet geliyordu.
Aynı zamanda neyi okuyacaktı?Okuma yazma
bilmiyordu ki! Herhangi birinin dizinin dibinde oturup da tahsil
görmemişti.Rabbinden başka ufkunu dolduranilecek ikici bir mercii olmamıştı
O’nun.
--Ben okuma
bilmem ki,diye mukabelede bulundu.Cibril, yaklaşmış ve yeniden
kucaklamıştı.takatini zorlayıncaya kadar sıkıyor ve ardından bırakarak yine:
--Oku,
diyordu.Resul-ü Kibriya yine aynı cümleyi tekrarlayacaktı:
--Ben okuma
bilmem ki!
Belli ki bu işin arkasında başka bir mesele
vardı.Çünkü Cibril yeniden yaklaşmış ve Muhammedü’l Emin’i belinden kavrayarak,
olanca kuvvetiyle sıkıyordu.Bir müddet sonra bırakırken aynı şeyi söyledi:
--Oku!
--Ben okuma
bilmem ki! Ne okuyayım, diye tekrarladı Allah resulu.Aynı işlem yeniden
başlamıştı. Nihayet mesele çözülecek gibiydi.
--Yaratan
Rabbinin adılyla oku! O ki,insanı yapışkan bir hücreden yarattı.Oku ki,o Rabbin,
sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı ve insana bilmediği şeyleri öğreten O
dur.
Mesele şimdi anlaşılmıştı.Çünkü Rabb-i
Rahim’in adıyla olunca, her şey okunurdu. Gerçi, henüz okunması gerekenin ne
olduğu henüz anlatılmamıştı.ama, göze çarpan ve kulağa gelen her şey,okunmak
için yaratılmıştı.insanın önünde duran her varlık,yaratıcısını anlatan birer
ayet olarak arz-ı endam ediyordu ve şuurlu varlık olan insanın, bu dili
çözebilmesi için de, varlığı iyi okumasu gerekiyodu.
Bu arada,Hira’daki ilk vazifesini yerine
getiren Cibril, ayrılıp gitmiş ve bir anda gözden kaybolmuştu.Yaşadıklarının
tesiri bütün ihtişamıyla üstünde duruyordu.Bir müddet sonra anladı ki, dilinde
terennüm ettikleri,Cibril’in az önce getirdiklerinden başkası değildi; O’nun
getirdikleri harfi harfine kalbine yerleşmişti ve O da,bunları tekrarlayıp
duruyordu.
Artık mesele daha netti.Bugüne kadar
yaşadıklarına şahit olduğu insanlığın,bundan sonra doğruyu bulması konusunda
rehberlik vazifesi kendisine verilmişti.İş başa düşmüştü;inecek ve Mekkedeki
ilk muhattablarından başlayarak dünyayı,Rabbin arzuladığı istikamette yeni bir
boya ile tanıştırıp herkesi Rahmani bir kıvama davet edecekti.Zira,öncekiler
gibi; ama öncekilerden farklı olarak bütün insanları kucaklayacak bir
vazife,risalet vazifesi O’na verilmişti ve O da,bu vazifeyi yerine getirmek
için artık Mekkeye iniyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder